“Şunları görüyor musun, nasıl da mutlular?” Diye sordu uzakta iskele üzerinde fotoğraf çekmeye çalışan çiftleri görünce.
“Nasıl mutlular?”
“Mutlular işte görmüyor musun?”
“Bilmem. İnsanlar arasındaki ilişki ağları hakkında bir bilgim yok”.
“Hiç sevmedin mi?”
“Bilmem. Aşık oldum belki. Ama bu basit, çocukça bir aşk olsa gerek. Eğer birini soğuk karlı bir havada sadece beş dakika bile olsa görebilmek için yol kat etmek ve görememekse, evet bunu yaptım. Ya da bir parkta güneş doğana kadar birisiyle birlikte uyuduğumuz da oldu. Ona olan aşkımı ilan etmek için kalkıp başka kentlere gittiğim, ama vardığımda onun başka biriyle olduğunu görüp basit bir mektupla çekip gittiğim de oldu. Ama tüm bu yolculuklar onlar için mi yoksa kendi kibir ve bencilliğimden dolayı olduğu için mi bilmiyorum.”
Sonra bir süre sustuk. Sonuçta herkesin mutluluk anlayışı farklıydı. Ama mesele başkalarının anlayışları değil, mutlak olandı. Sonra bir film karesinde adam, kalbi kırılmış diğer adama, vasat bir teselli olarak duygularımızın olmadığını söylüyordu. Yani tüm yaşananlardan dolayı oluşan hisslerimizin sadece bizim uydurduğumuz şeyler olduğunu söylemeye çalışıyordu. Biraz ona katılmakla beraber biraz da gözlerimi devirerek ne kadar klişe bir teselli olduğunu düşündüm. Ne farkeder, sonuçta eğer duygular olmayan bir şey olsa bile öyle hissedilmişti.
Oysa bu dünyada tabiki de sürekli adeletsizlik olacaktı. Tabi ki birileri daha iyi bir avı yakalayacaktı. Tabi ki birileri daha iyi mağralarda yaşayacak, başkalarını kendi çıkarı için kullanacaktı. Sürekli bir kurtlar sofrası teorisinden bıktığım dakikalardı.
“Ben gidiyorum” dedim. Sırt çantamı alıp tekrar yola koyuldum. Aklımı zapt edebilmek adına bari ayaklarımı yorayım düşüncesiyle yine sahil boyundan yürüyerek, tepelere çıkabilecek küçük patikalar aradım. Aradığım patikayı birkaç yüz metre sonra bulunca yoldan saptım. Oysa çoğunluk yoldan sapmamızı sevmezdi.
Patikayı yürümeye başlayınca üzerinde “özel mülk” yazan bir kaç kapıya rastladım. Daha iyi mağralarda yaşayan bu insanlar, artık sokakları ve bahçeleri de kendi özel mülklerine dahil edecek kudrete sahip olmuştu.
Patika yolunda ayrıca harabeye dönüşmüş değirmenler, ahırlar ve artık kimsenin oturamayacağı evler gördüm. Sonra patika giderek bir orman yoluna sonrasında da yokuşa dönüştü. Biraz tırmandıktan sonra geriye baktığımda deniz manzarası, sahilde görmüş olduğum yelkenlilerin direkleri ve çok uzak ufukta bilinmeyen ve hiç bir zaman bilmeyeceğim, bulunmayacağım dağlar sıralanıyordu.
Yorulmuştum. Ama devam etmek istiyordum. Devam edebilirim sandım. Devam ettim. Yol kenarından yürüyor, arabalar, otobüsler, kamyonlar yanımdan geçip gidiyor, sürekli bir hareket hali içerisinde herkes oradan oraya savruluyordu. Bir süre sonra bir tepeye vardığımda gerçekten yorulmuştum. Dönsem mi diye düşünmeye başlamış, içimde dönemeyeceğime dair garip bir korku oluşmuştu. Yeni bir yolu yürümek yerine dönmeyi tecih ettim. Yola çıktığım yere tekrar bilinen yollardan, yokuşu inerek, sonra orman yolundan patikaya, patikadan, özel mülklere ve sahile doğru yürüdüm. Geldiğimde gece olmuş ve artık yıldızları görebiliyordum. Yıldızları çok uzun bir zaman sonra tekrar görebilmeyi ummuyordum.
Eve vardığımda yorgun değildim, ama aklım o gitmediğim yollarda, gidilmeyen yerlerde, söylenmeyen sözlerde, karşılaşılmayan insanlardaydı.
Mutluluk, sevmek, aşk, terk edilmişlik, yalnızlaşmak, yaşamak, ölüm vb şeyler üzerine oradan oraya savrulan düşünce akışımı durdurmuyor artık ne düşündüğümü bile bilmiyordum.
Gözlerimi kapayıp derin bir nefes çektiğimde yaklaşan yağmurun kokusu doldu ciğerlerime.
Şimdi uyku vakti.
“Şunları görüyor musun, nasıl da mutlular?”
“Baharı getiren rüzgarlar kadar.”
Uyku was originally published in Türkçe Yayın on Medium, where people are continuing the conversation by highlighting and responding to this story.