Dün akşam bizim üst katımızda yaşayan Nazmi beyi, kendisini tavana asmış vaziyette buldular. Ne gariptir ki daha o sabah selamlaşıp ayaküstü sohbet etmiştik. Bildiğimiz Nazmi beydi işte, hiç beklemezdik doğrusu. Sırtında rahmetli eşinin örmüş olduğu sarı hırkası, hafiften ağarmış saçları, yüzünde taşıdığı o tanıdık ve çizgilerine işleyen tebessümüyle geçmişti yanımızdan.
Nasıl oldu, ne düşündü, neyi çözemedi de böyle bir şey yapabildi çok düşündüm. Dediler ki yatağının baş ucunda bir defter bulmuşlar. Günlük gibi ama günlerinden ziyade kendisiyle dertleştiği notlardan oluşuyormuş.
Kimsesi de yoktu Nazmi beyin. Hiç çocuğu olmamış. Eşini de kaybettikten sonra yalnız yaşamaya başlamış. Cenazesini beş kişi, iki köpek ve bir imamla dibinde çam ağacı bulunan bir mezara defin ettik. Ondan geriye kalan eşyalarını toparlarken o bahsedilen defter geçti elime. Eve döndükten sonra büyük bir titizlikle baştan sona okudum.
Bu defterde yazılanları içimde tutamadığım ve bence herkesin bilmesi gereken bir ruh halinin anlaşılması için paylaşıyorum.
Son gününü şöyle anlatıyor Nazmi bey;
Bu aralar rüyalarımda seni çok görür oldum Şükran. Zamanlı zamansız gelip gidiyorsun ve tek kelime de etmedin. Oysa on sekiz yıl oldu Şükran. Eğer her seferinde böyle susacaksan gelme. Anlamı yok.
Senin bıraktığın dünyadan bahsetmeye kalkarsak, geriye pek bir şey kalmadı. Çok şey değişti. Herşey hızlandı. Kimsenin hiçbir yere yetişemediği, yetişemeyenlerin sonunun geldiği aptal bir dünyaya dönüştü burası. Ayak uyduramayanlar ya yapayalnız kalıyor ya da kendilerini tımarhanede buluyorlar.
Evvelsi günü, yeni kahvaltıdan kalkmış ortalığı toparlarken senin şu kırık mutfak camından gelen seslere doğru bakıverdim. Kapı çalınana kadar o noktaya sabit bir şekilde bakarak öylece kalakalmışım. Eskiden böyle şeylere dalıp gitmezdim ve bana bir şeyler oluyor bu aralar Şükran, anlayamıyorum.
Bilirsin, her sabah sahilde bir yürüyüş yapar mahallede gezinir, öyle veya böyle kendi sesimi hatırlamak için sohbetler uydururum ahali ile. Bu sohbetler bana tüm gün yeter. Bu sabah yine bizim alt komşu ile fırında karşılaştık. Herifin adını onca seneye rağmen hala hatırlayamıyorum. Ama sohbeti hoş kendisi nazik bir adam. Bir de bana acıyan gözleriyle bakmasa.
Bu yürüyüşlerde dikkat ettiğim bir şey var Şükran. O da herkesin bana acıyarak bakması. Sen gittiğinden beri, aynı hırka, aynı gözlük, aynı gömlek ve pantolon. Sanki zaman, senin gidişinle durmuş ve ben de kovalamayı bırakmışım gibi görünüyor. Oysa gerçek öyle değil. Oysa ben sadece böyle olmayı seviyorum. Böyle sünepe gibi olduğum yerde kalmak işime geliyor. Herşey daha tanıdık geliyor böylece. Hem zamanı yakalamaya kalkarsam doldurmam gereken çokça boşluk var ve benim enerjim de kalmadı. Kaldı ki tüm bunlar kendi içinde anlamsız bir fanilik barındırıyor. Tüm bu kayıp gitmiş zamanın boşluklarını dolduracağım diye kendimi kaybetmek istemem doğrusu.
Hah unutuyordum söylemeyi, benim bir kuzenim vardı hatırlarsın, o uğradı bugün. Öğlen vaktiydi. Nereden çıktığı belli değil ama ne para istedi ne de başka bir şey. Yüzümü görmek istemiş sadece. Çıkıp dolaştık biraz. Sana uğradık, toprağının üstünde birikmiş gereksiz otları yoldum, güllerini suladım, ayak ucuna oturup birazda seninle dertleştik. Akşam üzeriydi, onu bir vapur iskelesinde uğurladım, eve döndüğümde yine o tanıdık, kocaman, siyah sessizlik karşıladı beni. On sekiz yıldır bitmek bilmeyen, insanın kendisini unutması için yaratılmış siyah sessizlikler hakimiyet kurdu evimize. Bazan bu sessizliği, aşağıda top oynayan çocukların basit çığlıkları yahut kapıcı Cevdet beyin zamansız gelişleri bozuyor. Akşam olunca, bir ses duymak için televizyonu açıyor ya da radyo cızırtıları arasında gidip gelen sesleri dinliyorum. Ve ilaçlarımı alıp yatağa uzandığımda, benzer bir gününün daha geçmiş olduğunu anlıyorum bedenimin üzerinden. Bedenim gözlerimin önünde çürüyor. Zaman ile olan alış verişimin kalmadığını bir kez daha anlıyor, bu sessizliğin beni kavurduğunu, yavaş yavaş çıldırttığını görüyorum. Bir süre sonra eli ayağı tutmayan bir sefil haline gelmek istemiyorum, hele böyle bir yalnızlık içinde adil olmaz bu. Bundan korkuyorum. Anlayacağın savaşmak bana göre değil ve gittikçe yoruluyorum.
Şükran. İçimden bir ses çok yakında görüşeceğimizi söylüyor. Hem bu sefer benim rüyalarımda değil, sana ait olan bir yerlerde görüşeceğiz. Bu defa ben geleceğim sana. O vakit, adımı söylemeni dilerim senden. İsmimi, senden duymayalı bir hayli oldu. Gariptir böyle düşününce bir mutluluk sarıyor bedenemi, gözlerim daha da büyüyor. Ah Şükran, kavuşma düşüncesinin getirdiği heyecan ne de güzelmiş…
Böyle bitiyor Nazmi beyin almış olduğu son not.