Karışık

·

Kurumuş yaprakları yeni giydiğim botlarımla kaldırımın kenarına doğru itiyordum. O zamanlar botlarım kırmızı ben 26 yaşındaydım. Hava kasvetli, saçlarım dalgalı, rüzgar sertti. Böyle bir havada ayrılmış bir çok sevgiliden bir tanesiydim.

Sanki söylemem gerekenleri bir yerlerde unutmuş, yazmaya değmez bir takım şiir kitaplarında kişilik bozukları arıyordum. Kelimeleri şiirlerde yada huyu bozuk hikayelerde bozdurmayı hep sevmişimdir. Klasik ağızlı bir kaç aptal, sidikli bir dilenci ve düş satan çocukluğumla kaldırıma çöktüm.

Yalnızlığın kime mahsus olduğu tartışmalı bir konudur. Ayrıca yalnızlık bir kuruntudur. Bir takım yılların, hür irade denen saçmalıkların gölgeleri arasında dövülen bir kılıç gibi kırılmış hissediyordum. Bilmem kaçıncı yasanın bilmem kaçıncı fıkrasının bilmem kaçıncı maddesinde bahsedilen yıkım karalarının ortasınsa bir yerlerde uzanmış direniyordum sanki.

Bazen bazı günler tamamen simsiyah akıyor, aklımın akıntılarına kapılıp akıntıda boğuluyordum. Film repliklerini unutmuş amatör oyuncular gibi bir süre sonra utanıp, sonra tüm olanlardan vazgeçiyordum.

Tüm bu gelinen yol, ayrıca vazgeçilenlerden ibaret. Bir teslimiyetin temsili tüm bu olanlar. Kocaman bir yılgınlık ve erteleyişlerin bir bütünü bu hüzün. Bu sessizlik, bu geri çekilme artık eskisi kadar şiir okumamak, yazmamaktan dolayı. Kocaman bir kara deliğin beni yutmaması için olay ufkuna çapa atmaktan ibaret bu çaba. Karanlığın gözleri önümüzde dururken ondan kaçmak için tüm bu efor ve beraberinde gelen bıkkınlık.

O rüzgarlı günden bugüne değişen tek şey biraz daha derinleşen hüzün.